Hayat! Sen sadece beni yormuyorsun’
Herkes bir isyanlarda…
Herkes isyanlarını bastırmak, başka yöne kaydırmak istercesine umursamaz bir şekilde sağa sola savrulmakta…
Bu savruluşlar arasında arkadaşımın elinde gitar eşliğinde şarkıları ile emek verdiği küçük gece kulübünde, kimisi kendi halinde içkisini yudumlarken, bir tarafta; kadın ile erkeğin ilk karşılaştıkları anı yaşar gibi öpüşen nişanlı bir çift, diğer tarafta birazdan atlılar gelip yakalayacakmış gibi aceleyle içkisini “fondip” yapan bir tip. Sahnenin en ön masasında doyasıya dans eden, hatta oturmak bilmeyen bir grup arkadaş…
Aslına bakarsanız kozmopolit bir ortam… Ne zaman ki o şarkının ilk cümlesi başladı herkes bir ağızdan katıldı söylenen şarkıya, solistin sesini bastırırcasına: ‘hayat beni neden yoruyorsun’… Hep birlikte o kadar içten söylüyorduk ki; etrafıma baktım ve bir an dedim ki : ‘Hayat! Sen sadece beni yormuyorsun’…
Ne kadarda yorgun olduğumuzu, Serdar Ortaç dillendirince daha bir içten algıladık. Özümsedik sanki bitkinliğimizi ve hayatla kavga etmekle bir yere varamayacağımızı anlamış olduğumuzdan olmalı, içimizdeki sesle sorduk hayata (neden bizi yorduğunu…)
Alınganlık değil bizimkisi, alışkanlık belki…
Düşmek, kalkmak, yürümek, koşmak, kaçmak, istemek, düşünmek, hissetmek, erişememek, vazgeçmemek…
Sonra vazgeçmemekten vazgeçmek…
Hepsi birbiri ardına sıralanmış hatta çoğu zaman aynı anda yaşıyoruz tüm bunları. Ne kadar yıkansak da arınamıyoruz bazı kirliliklerden, onları da koyuyoruz çorbamıza ve bu düğün çorbası ağır geliyor bazen bize ve hep bir ağızdan söylüyoruz: ’’Hayat beni neden yoruyorsun?’’
Tekdüzelikten kaçıyoruz. Hayatımıza yeni heyecanlar katmak istiyoruz. Hatalara düşmüyor muyuz? Elbette düşüyoruz. Öylesine büyük hatalar ki…
Bir de üstüne ihanetten biber ekiyoruz. Bazen geçmişi veya geleceği düşünmeden, o anı yaşamak istiyoruz: Aldatıyoruz, sevişiyoruz, yalan söyleyip geçiştiriyoruz. Hep haklı bir sebep buluyoruz: Erkeğiz diyoruz, elimizin kiri alnımızın akını bozmaz, diyoruz…
Aslında kendimizi yitiriyoruz…
Sonra birdenbire bitkin düşüyoruz…
O çoğumuzun aradığı heyecan, bizi hırpalamaya başlıyor. Bir anda, her şeyin ters gittiğini düşünüp, beklide tuvalette aklımıza gelen bir pişmanlık duygusunu, yatağımıza ulaşamayacakmışız gibi uykulara kaçıyoruz…
Kâbuslar görsek bile haklı bir sebep bulup, ertesi gece daha büyük bir yorgana sarılıyoruz.
Baktık olacağı yok, akışına bırakıyoruz. Ama bu arada çok yoruluyoruz.
Herhangi bir şarkı niyetine duyduğumuz öyle içten, öyle bağırarak söylüyoruz ki: ‘Hayat beni neden yoruyorsun’
Mesut Güder / KENTHABER